1900, Üsküdar doğumlu dedem Osmanlı imparatorluğunun Makina Gedikli öğrencisi olarak 1916 yılında Almanya’ya eğitime gönderilmiş. Bulunduğu gemideki patlama ile can havli ile atladığı Baltık Denizi’nden kurtarılmış kurtarılmasına ama o soğuk denizde bekleyişinin bedelini yıllar sonra bir bacağını kaybederek ödemiş. 

Gene de Almanya’dan gemi ile dönüşünü keyifle anlatmıştı oysa İstanbul’da karaya ayak bastıklarında kötü haberi almışlar; "Okulunuz kapandı evlerinize dönün çocuklar." 

 
 
 

Birinci dünya savaşı, parçalanan imparatorluk, gelecek planı yıkılan dedem yıllar sonra her sabah ahşap ayağını takarken izlediğimi görünce beni gülümsetecek haraketler yapardı. Dayımın hatırlaması ile, yaşlılığında gençliğindeki gibi yağlı boya resim yapmaya başladı. Bir öğlen o uyurken yaptığı resimde yemyeşil yapraklı olması gereken ağaca, sarı, beyaz, kimi yerde siyah yapraklar yaptığını görünce gözlerinin iyi görmediğini düşünerek hepsini yeşile boyadım.

Bir kaç gün sonra balkonda otururken önümüzdeki Akasyayı gösterip sordu,

-Bahar yapraklar ne renk?

-Yeşil dede

-Hepsi mi? 

-Güneşin değdiği yerdekiler? 

-Gölgede kalanlar?

Amanın hepsi aynı renk yeşil değil, farklı farklı kimi açık yeşil kimi uçuk sarı hatta güneş altındakiler beyaz beyaz ışıyorlar. Gölgedekiler ise oldukça koyu hatta kimi neredeyse siyah.

Dedem sözü hiç resmine getirmedi, o benim içimde bir his olarak kaldı.

Doğduğu şehir işgal edilmiş, onu eğitim için yurt dışına yollayan imparatorluk parçalanınca gelecek beklentileri yok olmuş, eğitimdeyken geçirdiği deniz kazası ile yıllar sonra bacağını kaybetmiş dedeciğimin şikayet ettiğini,  kötü söz söylediğini, bağırıp çağırdığını hiç görmedim. O zorlu hayatına rağmen torununa bir ağaca bakıp üzerindeki binbir rengi görmeyi zarifçe öğreten bir güzel beyefendiydi.